«(İddet Ve Yas Tutma Babı)»
«(İddet Ve Yas Tutma Babı)»
Iddeî: lügatte saymak demektir. Bazen sayılan şeye de iddet denilir.
Şerîatte : Cima' ile veya onun yerini tutan halvetle yâhud ölümle tc'kîd ecilmis bulunan nikâh elden gittikten sonra kadına lâzım gelen bekleme müddetidir.
İdde: Hanefîler'e göre. esas i'tihâriylc üç nev'idir: Hayızlarla, aylarla ve doğurmakla geçen iddotlcr. Bunların her biri Kitapla sabittir.
[774] Boşenan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti beklesinler.»
âyet-İ kerîmesi hayızlarla beklenen iddetin delili olduğu gib'i:
«[775] Sizlerden vefat edip de geride bîr takım zevceler bırakanların zevceleri) bizzat dört ay on gün beklerler» âyeti aylarla 1;eklemenin:
«[776] Hamil sâhiblerinin iddeti ise doğurmalarıdır.» âyet-i kcimesi de doğurmakla iddet beklemenin delilidir, iddetin esas i'tibâriyle ncvı'leri üç olduğu gibi mezkûr nev'iler de üç şeyden biri ile vâcib olurlar. Talâk, vefat ve cima'.
İddet bekliyccek kadınlar: ya hayız görürler ya görmezler. Keza, ya hürdürler yâhûd câriye olurlar. Bu cihetler de nazar-ı i'tibare alınınca ortaya sekiz nev'i iddet çıkar. Şimdi bunları da sırahyahm:
1— Hayzını gören bir hür kadın bo.şanırsa üç- hayız müddeti bekler.
2— Hayzını görmeyen hür kadın boşanırsa üç ay müddet bekler.
3— Hayzını gören bir câriye boşanırsa iki hayız müddet bekler.
4— Hayzını görmiyen bir câriye boşanırsa bir buçuk ay müddet bekler.
5— Hür bir kadının kocası ölürse dört ay on gün bekler.
6— Cariyenin kocası ölürse iki ay beş gün bekler.
7— Hâmile kadınların iddeti doğrmakla biter.
8— Talâk-ı fârrda kadın iki müddetin uzun olanını bekleyecektir. fhdâd: Lügatte men'etmek demektir. Hıdâd dahî aynı mânâya kullanılır.
Şer'an: Kocası ölen veya talâk-ı bâinle boşanan kadınların iddetleri içinde zineti, kokulanmayı, sürme ve kına gibi şeyleri, terk etmeleridir.[777]
1135/942- «Misver b. Mahrame radıyaîlahü anh'den rivayet olunduğuna göre Eşlem kabilesinden Sübey'a kocasının vefatından bir kaç gece sonra nîfas görmüş ve Peygamber sallallahü aleyhi ve sellem'e gelerek kocaya varmak için ondan izin istemiş. Resûlüilah (S.A.V.) kendisine izin vermiş; o da evlenmiştir.»[778]
Bu hadîsi Buharı rivayet etmiştir. Aslı Sahiheyn'dcdir. Bir rivayette lâfzı şöyledir: Sübey.a kocasının vefatından kırk gece sonra doğurmuştur.»
Müslim'in bir rivayetinde «Zilhrî dedi ki: bu kadının kan görürken evlenmesinde bir beis görmüyorum. Şu kadar var ki temizleninceye kadar kocası ona yaklaşmaz.» denilmiştir.
«Sübey'a (lî.Anhâ) gebe İken kocası Sa'd b. Havle Haccefü'l-Ve-da'ın sonunda Mekke'de vefat etti. Bunun üzerine onu 3enî Abdîddar kabilesinden Ebu's-Senâbil İsminde bir zâf istedi. Hz. Sübey'a ona varmadı. On güne yakm bir zaman bekledikten sonra nîfasını gördü. Bilâhare Peygamber (S.A.V.) 'e geldi O da:
— Nikahlan; dedi.»
Hadîs-İ Şerif, kocası ölen hamilenin iddetinin doğurmakla biteceğine delildir. Mes'clcde hilaf vardır. Cumhur Sahabe ile dört mezheb imamlarının kavli budur. Bunlar:
«[779] Hâmile kadınların îddeti doğurmalarıdır» âyetinin umumile de istidlal ederler. Derler ki: «Bu âyetin üst tarafı her ne kadar boşanan kadınlar hakkında ise de bu onun umumunu tahsis etmez. Âyetin umu- munun olduğu gibi kaldığına Abdullah b. Ahmed'in «cl-Müsncd» de Übey b. KâVdan rivayet ettiği şu hadîs dahî delildir:
«— Yâ -Resûlallah,(Hamilelerin iddetî doğumlarıdır) âyetinden murâd üç f&'âkla boşananmidir; yoksa kocası ölenmîdir? dedim:
— Hem üç talâkla boşanan hem de kocası Ölendir; buyurdular.r Aynı hadîsi İbni Ccrir, îhni Ebi Hâlim (247 — 327) Dâre Kutnl (306 — 385) ve diğer bazı zevat Hz. Übey'dcn başka tarikle fahrîc etmişlerdir. Bu rivayete nazaran Übeyy (E. A.) şöyle demiştir: «Bu âyet indikten sonra :
— Yâ Hesûlallah, bu âyet müşterekmîdir; mübhem mî? dedim. Resûtüllah (S.A.V.):
— Hangi âyet? d'ye sordu:
— (Hamilelerin iddetİ doğurmalarıdır) âyeti, hem boşananın hem kocası Ölenin iddeti mî? dedim:
— Ev,St; buyurdular.»
ibni Mos'ud (E.A.) 'dan buna kail olduğunu gösteren bir çok ri 'â yotlor vardır. İbni Mcrdövcyh'in rivayetine göre Hz. İbni Mesrud(R.A.)' «Kısa Nisa Sûresi (Sûre-i Talâk) her nev'i iddeti neshetmiştir.(Hamilelerin iddeti doğurmalarıdır) âyeti her boşanan ve kocası ölenin id-detidir. demiştir. îbni Mcrdcvcyh, Ebu Said-İ Hudrî'nin: «Kısa Nisa sûresi (Sure-i Talâk) Bakara Süresindeki âyetten yedi sene sonra İndi» dediğini rivayet ediyor.
Şn/iıryn, Ebu Davud, Tirmizl, Nçsaî, îbni Mâcc, îhni Ccrtr Ib~ ni'l-Münzir ve îbni Mrrdcvryh, Ebu Selemete'bni Abdirrahman'dan şu hadisi tahrîc etmişlerdir; «Demiştir kî: Ben İbnî Abbaş ve Ebu Hüreyre radıyallahü anhüm beraber İdik.Derken bir adam geldi; ve İbnİ Abbas'a :
— Kocasının ölür-ünden kırk gün sonra doğuran bir kadın hakkında bana fetva' ver; bu kadın helâlmidır? dedi. İbni Abbas:
İkİ iddetin sonuncusunu bekler; dedi. Ben:
— (Hamilelerin iddeti doğrmalarıdır.) dedim, ibni Abbas:
— O talâktadır» dedi. Ebu Seleme :
— Ya bir kadının gebeliği bir sene sürerese ne buyurursun? dedi. İbni Abbas yine:
— İki iddetin sonrakisini; diye cevap verdi. Ebu Hüreyre: Ben kardeşim oğlu ile yani Ebu Seleme ile beraberim; dedi. Bunun üzerine İbini Abbas köîesî Küreyb'i Ümmü Seleme (R.A.) 'ye göndererek, bu bâbta sünnet cereyan edip etmediğini sordu. Ümmü Seleme (R.A.):
— Sübey'atüT-Esiemiyye'nîn kocası Sübey'a hâmile iken Öldürüldü. Sübey'a onun vefatından kırk gün sonra doğurdu. Müteakiben kocaya istendi ve Resûlüllah (S.A.V.) onu evlendirdi; dedi.»
Bu hadîsi Abd. b. Humeyd dahî Ebu Seleme'den tahrîc etmiştir. Onda mes'elenin Hz. Âİşe (R.Anlıâ) 'ya sorulduğu, onun da yukarıdaki cevabı verdiği, yalnız kırk gün yerine onun: «kocasının vefatından bir kaç gün sonra» dediği zikrediliyor.
Bu bâbta rivayetler çoktur; ve umumiyetle âyetin umumu üzere kaldığını gösterirler. Yine bu rivayetler, Bakara âyeti'nin bu âeytle neshedildiğini gösterirler.
Hz. Ömer, Ali ve İbnİ Mes'ud (R. Anhüm)'un mezhebleri de budur. Hattâ Ömer (R.A.):
— Boşanan kadın, kocası henüz karyolasının üzerİndeiken doğursa iddeti biter ve kendisine evlenmek helâl olur» demişti.r. Bakara âyeü'nden murâd:
«[780] Sizlerden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevct..-ri b\z-ıâ\ dört ay on gün iddet beklerler» âyct-i kerîmesidir. Onu neshcden âycL ise
«[781] Hamilelerin İddetİ doğurmalarıdır.» âyetidir. Bu iki âyetin birincisi Bakara surcsi'ndc, ikincisi Sûre-İ Talâk'tadır. Yani biri diğerinden bir vecihle daha umumî bir vecİhle de daha hususîdir.
(Istitrad: Mantık ilminde beyân olunduğuna göre iki şey birbirine nisbet olunduğu zaman aralarında dâima dört nisbetten biri bulunur. Dört nisbet: (hususî ta'biri ile niseb-i erbaa) tebayün, tesâvî, umum ve husus mutlak, umum ve hususu min vecihtir. Meselâ: Akla kara arasında dört nisbetten mübayenet yani zıddiyet vardır. İnsanla beşer arasında müsâvaat vardır. İnsanla Peygamber arasında umum ve hususu mutlak bulunmaktadır. Çünkü her Peygamber insandır; fakat her insan Peygamber değildir. Sarı ile çiçek arasında da umum ve husus min vecih vardır, Zîrâ bazı saırılar çiçek ve bazı çiçekler sarı olabilir:' Fakat hor sarı, çiçek olmadığı gibi her çiçekte sarı değildir).
Şimdi İki âyetin umum ve husus taraflarını görelim: Birinci âyet mucclrinco dört ay on gün iddet bekleyecek kadınlar, doğurmakla iddet bekleyeceklere bakarak bir cihetle eamdır; çünkü mutlaktır. İkinci âyet ir,o yalnız hâmile kadınlara mahsustur. Bir cihetten de ehastır; yani yalnız kocası ölenlere mahsustur.
İkinci âyet de öyledir. Onda mevzu-u bahis olan kadınlar bir cihetle birinci âycttckilcrdcn camdır. Zîrâ hâmile kadın mutlaktır; kocası ölene de boşanana da şâmildir.
Halbuki birinci âyette yalnız kocaları ölen kadınlar zikredilmiştir. Bir cihetle de ehastır. Çünkü bu âeytte yalnız hamilelerin iddeti beyân edildiği halde birinci âyette hâmile olsun olmasın bütün kocası ölmüş kadınların iddeti zikredilmiştir.
Şu halde bu iki âyet arasında sûreten bir münâfât hâsıl olmuş oluyor. îstr bu münâfaatı gidermek için: İkinci âyet birinci âyetin hamileler hakkındaki hükmünü neshetmiştir. Artık hamileler dört ay on gün beklemiycceklerdir. Bunların iddeti doğurmakla biter. Fakat hâmile olmayanlar hakkında âyetin umumiyeti yine bakidir.
Bazıları yukardaki iki âyetle de amel etmiş olmak için: İki iddetin sonuncusunu beklemek îcabeder; derler. Bunlara göre kocası öldüğü zaman k;ıdm henüz doıırm;ımıssn onun id«Vi doğurmak!;! bilecek: doğurmuş .bulunuyorsa vefat iddı-li olan dört, ay on günü hektiyoevktir. Onlar mes'uliyeUen ancak yakînk? çıkılır: âyetlerin yalnız binle amel etmek yakın ifâde etmez; diyorlar. Ancak kendilerine: «Sübey'a hadisinin hüküm hususunda nass olduğu hatırlatılmak suretiyle cevap verilmiştir. Bu hadîsi tc'yîd eden hadis ve eserler çoktur.[782]
1136/943- «Âişe radıyallahü anhâ'âan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Berîreye üç hayız iddet beklemesi emrolundu».[783]
Bu hadîsi İbni Mâcc rivayet etmiştir. Râvîleri sikadırlar. Lâkin hadîs ma'lûldür.
Bunu te'yid eden başka hadisler de vardır. Hadîs- Şerif cariyenin, iddetini hurreninkinden az kabul edcnlcrce iddetin kadına göre i'tibâr edileceğine delildir. Erkeğe bakamayacaktır. Çünkü Berîre'nin kocası esah kavle göre köle idi. Berîre âzâd olunmuştu.[784]
1137/944- «Şa'bî'den[785] o da Fâtıme binti Kays radıyallahü anhâ-dan o da Peygamber sallallahü aleyhi ve scllcm'den işitmiş olarak rivayet edildiğine göre üç defa boşanan kadın hakkında Peygamber (S. A.V.) :
— Ona mesken ve nafaka yoktur; buyurmuşlardır.»[786]
Bu hadîsi Müslim rivayet etmiştir.
Hadîs-i .Şrr'f, üç defa boşanan bir kadına nafaka ve mesken veril-"miyeceğine delildir. Lâkin nu's'ele ihtilaflıdır. İbni Abbas, Hamın-ı Batiri, Aid' Şairi ve bir rivayete göre İmam Ahmcd b. Hahbrl, Dd-vııd-ıı Zahirî ile tâbî'leri ve bütün hadîs imamları bu hadîsle istidlal ederek üç defa boşanan kadına nafaka ve mesken verilmiyeccğine kaail olmuşlardır.
Hz. Ömer b. Hattab, Ömer b. Abdülaztz, Iraklılar, Haneîîler, bîr rivayette İmam Sevr'i ve diğer bir çok ulemâ ise ona nafaka ve mesken vermenin kocasına vâcib olduğuna zâhib olmuşlardır. Delilleri:
[787] Onlara doğuruncaya kadar nafaka verin» âyeti ile:
«[788] Onları kendi oturduğunuz yerde İskân edin», âyet-i kerîmesidir. Onlar Fâtrma hadîsİ'ni kabul etmezler.
İmam Mâlik, Şafiî, Hz. Âişe ve fukahâ-i seb'a: «Üç defa boşanan kadına yalnız nafaka vardiı, mesken verilmez» derler. Bunlar:
«[789] Boşanan kadınlara meta' vardır.» âyctiyle istidlal ederler. Meskene gelince: o vâcib değildir; çünkü «oturduğunuz yerde iskân edin» buyurulması kocalarının olduğu yerde bulunmalarını icübeder. Bu da bittabi ihtilât iktiza eyler. İhtilât ise yalnız talâk-ı ric'îdc olur; diyorlar.
Bunlar Fâtıme binti Kays hadîsine çok ta'nedildiğini, bu ta'nlar muvacehesinde onunla istidlale imkân kalmadığını ileri sürerler. Fâtıme (R.Anhâ) hadîsine dört türlü ta'n yapılmıştır:
1— Bunun râvîsi kadındır. Hadîsi takviye edecek iki sâhidi yoktur.
2— Bu rivayet Kur'ân'ın zahirine muhaliftir.
3— Onun evinden çıkması mesken hakkı olmadığı için değil: Koca sının ailesi efradına dili ile eziyyet verdiği içindir.
4— Fâtıme (R.Anhâ) 'nın rivayeti Hz. Ömer (R.A.) 'in rivayeti ile muâraza halindedir.
Fakat bu la'nlara cevab verilmiş ve denilmiştir ki: «Râvînin kadın olması zarar etmez; nice sünnetler kadınların rivayeti ile sabit olmuştur; nitekim Siyer kitapları ile Sahâbe-i Kirâm'ın hayatlarını okuyanların ma'lûmudur.»
Hz. Ömsr (R.A.) 'in: «Biz Rabbimizîn kitabını ve Peygamberimizin sünnetini, bellediğini veya unuttuğunu bilmediğimiz bir kadının sözü ile bırakamayız.» demesi Fâtıme'nin belleyip bellemediğinde şüphe ettiği içindir. Yoksa kendisi Hz. Âişe ve Hafsa (R.Anhâ) 'dan müteaddit hadîsler rivayet etmiştir.
Kur'an'a muhalif olması:
«[790] Onları evlerinden çıkarmayın» âyet-i kerîmesine aykırı düştüğü içindir. Fakat bazıları: «Bu hadîsle âyetin aralarını bulmak mümkündür. Bu hadîs âmmın bazı fertlerini tahsis etmiştir» diyorlar.
Fâtıme hadîsinin Hz. Ömer hadîsi ile muârazasma gelince Hz. Ömer (R.A.) 'in yaptığı ziyâdeliği yani Allah'ımızın kitabını ve Peygambe-mizin sünnetini» ibaresini İmam Ahmcd b. Hanbcl inkâr etmiş ve yemin ederek: «Hanj kitabullah'da üç defa boşanan kadına nafaka ve mesken vermenin vâcib olduğu nerede?» diyerek mezkûr ziyâdenin Hz. Ömer'den sahih rivayetle gelmediğini söylemiştir. Bunu Dare Kutnî nakleder.
Hz. Ömer (R.A.)'m: «Peygamber (S.A.V.)'i:
— Üç defa boşanan kadına mesken ye nafaka vardır;
derken işittim.» hadîsini ise İbrahim Nchaî, Hz. Ömer'den rivayet etmiştir. Halbuki İbrahim, hadîsi Hz. Ömer'den işitmemiştir; çünkü kendisi Hz. Ömer'in vefatından bir kaç sene sonra doğmuştur.
Bazıları: Hz. Fâtıme'nin evinden çıkması kocasının ailesine eziyyet vermesinden ileri gelmiştir; iddiası yabancı bir sözdür; hadîsle alâkası yoktur. O, nafakaya müstehâk olsa Peygamber {S.A.V.) onun nafakasını verdirir; dilini tutmaması buna mâni' olmazdı» diyorlar.
Görülüyor ki bu hadîs etrafında münakaşa uzundur. İbni'l-Kayyim «cl-Hcdyü'n Ncbcviy» adlı eserinde onu daha da uzatmış ve bu hadisle amelin eâiz olduğunu isbâta çalışmıştır.[791]
1138/945- «Ümmü Aîıyye radıyallahü anhâ'dan rivayet olduğuna göre Resûlüllah saîlallahü aleyhi ve scttcm:
— Bir kadın kocasına tuttuğu dört ay on gün (yas) müstesna hic bir meyyit için üç günden fazla yas tutamaz. Astb müstesna hiç bir boyalı elbise giyemez. Sürme çekinemez; koku dahî sürünemez; ancak temizlendiği za-rnan kust ve ezfârdan bir parça müstesna; buyurmuşlardır.»[792]
Hadîs müttefekum aleyh'tir. Buradaki lâfız Müslim'indir Ebu Dâvud ile Nesaî'do «Kinalanamaz» ziyâdesi (aynca) Nesaî'de «tarana-maZ) ziyâdesi vardır.
Asb: Eir ncv'i Yemen kumaşıdır. Bunun ipliği bir araya toplanarak bağlanır; sonra boyanır ve yayılır. Bu suretle bağlanan yerlere boya işlemediğinden kumaş alacalı kalır.
Kust : Bir ncv'i güzel buhur veya öd ağacıdır, Ezfâr da onun başka bir ncv'İdir. Hayizdan yıkandıktan sonra pis kokuyu gidermek için kanın eserini bunlarla gidermek bazı yerlerde âdettir.
Bu hadîste bir çok mes'eleler vardır ki, bazıları şunlardır :
1— Hadîs-i Şerif. Kadınm anne ve babasının olsun başkalarının olsun vefatı dolayısiyle ancak üç gün yas tutmasının caiz, üç günden fazlasının câİz olmadığına, keza kocasının ölümü dolayısiyle dört ay on gün yas tutabileceğine delildir. Yalnız Ebu Dâvud (202 — 275) un mürseller meyanında tahric ettiği Amr b. Şuayb hadîsine göre Peygamber (S.A.V.) kadına babası için yedi; başkaları için üç gün yas tutmağa ruhsat vermiştir. Fakat hadis mürscldir; hucciyeti ihtifâflıdır.
2— Hadîsteki kadın ta'biri mefhum-u muhalifi ile küçük kızı hükümden çıkarmıştır. Binâenaleyh ona kocası için.-yas tutmak vâcib olmadığı gibi kocasından başkaları için üç günden fazla yas tutmaktan da men' edilmez. Hanefîler'le diğer bazı ulemânın mezhebi budur.
Cumhur'a göre ise küçük hitabın umumunda dâhildir. Kadının zİk-mlhnesi ekser-i ahvale göredir. Vâkıâ küçük henüz mükellef değilse de burada teklif onun velisine racî'dir. Küçüğü ziynetlenip süslenmekten o men' edecektir. Nitekim küçüğe iddet de vâcibtir; onun için kocası Ölür ölmez kocaya istenemez.
3— Hadîste «meyyit İçin» denildiğine göre mefhumu muhalifinden boşanan kadınlara yas tutmak îcabetmediği anlaşılır. Talâk-ı ric'îde bu hüküm Utifâlunir. Tn!âk-ı bâin'do ise ihtilAF vardır. Cumhur'a göre yine ihdati îâ/mı değildir. İmanı Şafii, Mâlik ve bir rivayette Ahmcd b. Huubcl bu kavle zâhibdirlor. Runlara göre ihdad, cimâ'a götüren yel kesildiği k;in me.şru' olmuştur. Bu ise ancak kocası öloıı kadında tasavvur olunabilir. Talâk-ı hâinle boşanan bir kadın üç talâkla boşanmamışsa kocasına nikâh edilebilir.
Hanefjier'ie diğer bir takım ulemâ talâk-ı bâin'le boşanan kadına dahî ihdâd lâzımdır. Çünkü ihdâd, nikâh ni'mnti elden gittiğine teessüf için meşru' olmuştur; bu mânâ ise kocası ölende tnlâk-i hâinle boşananda müştereken mevcuttur. Bir do İddet nikâhı haram kılar; o halde nikâha mukaddeme ve sebep olan şeyleri do haram eder.
4— Bu hadis ihdârl'ın vâcib olduğuna değil, helâl olduğuna delâlet çimektedir. Halbuki ekser-i ulemâ onun vâcib olduğuna kaildirler. Bunun sebebi hadîsin Ümmü Seleme hadîsi ile kuvvet bulmuş olmasıdır. Ebu Dâvud ile Nrsaî'nin rivayet ettikleri bu hadîs aşağıda görülecektir. Vâkıâ İlmi Kesir onun hakkında: «Senedinde garabet vardır» demişse de yine kendisi İmam ŞâfiVmn Mâlik1 den rivayetine göre onun Ümmu Seleme'den geldiğini söylemiştir. Bu rivayet onun aslı olduğuna delâlet eder. Bu bâbta bir de İmam Ahmed'le Ebu Dâvud ve Nesai'nin tahrîc ettikleri şu hadîs vardır:Resylüllah (S.A.V.):
— Kocası Ölen kadın ne usfurlu ve kırmızı boyalı elbise giyebilir, ne ziynet takınır; o kına da yakınamaz, sürme de çekinemez; buyurmuşlardır.»
Hâjız bin Kesir: «Bu hadîsin isnadı iyidir.» demişse de Bcyhakî <384 — 458) onu Hz. Ümmü Seleme'ye mevkuf olarak rivayet etmiştir.
Hasan-ı Basrî (21 — 110) île Şa'bî (26 — 104)'ye göre üc. talâkla boşanan ve kocası ölen kadınlar, sürme çekinir, tranır, koku sürünür, gerdanlık ve istedikleri boyalı elbiseyi giyebilirler. Delilleri: İmam, Ahmcd'in tahrîc ettiği İbni Hibban (— 354) 'in da sahih bulduğu Esma binli Umeys hadîsindir.. Mezkûr hadîste Hz. Esma (R.A.) Cafer b. Ebu Ta'Iib'în katlinin üçüncü günü ResûlüÜah (S.A.V.) benim yanıma girdi; ve: :
— Bu günden sonra ihdâd yapma; buyurdular» demiştir. Ru hadisin daha başka lâfızları da vardır ve hepsi Peygamber (S.A.V.} in üç günden sonra ona ihdnd yapmamasını emrettiğine delâlet ederler.
Şu halde İni hadîs, ihdâd hakkındaki Ümmü Seleme hadîslerini nesnetmiş olur. Çünkü Ümmü Seleme (R.Anhâ) kocasının vefatından sonra ihdâd için emir almıştı. Kocasının ölümü ise Hz. Ca'fer'in katlinden evveldir.
Cumhur-u ulemâ Esma hadîsine müteaddit cevaplar vermişlerdir.
5— Kocası ölen kadınların dört ay on gün iddet beklcmesindeki hikmet hususunda bazıları şu mütâlâayı yürütürler; Ana rahmindeki çocuğun yaratılması ve kendisine ruh verilmesi 120 gün geçtikten sonra olur. Bu müddet ayların noksan oluşu sebebiyle dört aydan ziyâdedir. Binâenaleyh ihtiyaten kesir ondalıkla tamamlanmıştır. (Yani dört ay yirmi dokuz günden 116 gün ederse de bu sayı ihtiyaten 120 ye çıka-rılmışir.) âyetteki on adedinin müennes gelmesi geceler i'tibâriylcdir. Maamâfih Cumhur'a göre maksat, günlerîle birlikte gecelerdir. Binâenaleyh on birinci gece girmeden nikâh edilemez.
6— Hadîste «Boyalı elbise giyemez.» duyurulması, hangi boya ile olursa olsun boyanmış elbise giymenin yas tutan kadına memnu' olduğuna delildir. Bittabi hadîste istisna edilenler müstesnadır, tbni Abdilberr (368 — 463) şöyle diyor: «İhdâd yapan bir kadının usfurlu ve boyalı elbise giymesinin caiz olmadığına ulemâ ittifak etmişlerdir; zîrâ: siyahtan ziynet yapılmaz. Bilâkis o hüzün elbisesidir.»
îpek giymesi ihtilaflıdır. Şâfiîler'den esah olan rivayete göre ipekli elbise boyalı olsun olmasın mutfak surette ihdâd yapana memnu'dur. Çünkü ipekli ile zîynetlcnmek kadınlara mubah kılınmıştır. Halbuki ihdâd yapan kadın zîynctlenmekten men' edilmiştir.
îbni Hazm {384 — 456) 'e göre ihdâd yapan kadın yalnız boyalı giymekten kaçınmalıdır. İpeklinin beyaz veya sarı gibi boyanmamış olanını giyebilir. Ona altınla dokunmuş elbise giymek mubah olduğu gibi, altın, gümüş, cevher ve yakuttan ma'mul her nev'i ziynetleri takınmak da mubahtır.
îbni Hazm (384 — 456) 'in buradaki Ümmü Atiyye hadîsine saplanıp kalması Ümmü Seîeme hadîsini sahih kabul etmediğindendir. Çünkü o hadîsin râvîsi İbrahim b. Tahman'dır. Bu zâtı îbni Hazm zaif bulmuşsa da hadîs hafızları onu mu'temed kabul etmişler, rivayet ettiği hadîsleri İbni Mübarek, Ahmcd b. Hanbcl ve Ebu Hatim gibi büyüklerden bir cemâat sahih bulmuşlardır. Demek oluyor ki İbni Hazm fahrîmi, kendince sabit olan nassa münhasır kılmış; diğer ulemâ ise onu zînetle ta'lil etmişlerdir.
7— «Sürme çekinmez» buyurulrnası, onun memnu, olduğuna delildir. Nitekim cumhurun kavli de budur. Hattâ İbni Hazm'e göre gözlerinin kör olacağından bile korksa yine sürünemez. Bu hususta £ccc ile gündüzün de farkı yoktur. Deiîiİ İlâhımızın hadîsi ile müJtcfekun aleyh olan Ümmü Seleme hadîsidir. Bu hadîsin beyânına göre; bir kadını kocası Ölmüş kadının (ağlamaktan) gözleri kör olacağından korkmuşlar da Peygamber (S.A.V.) 'e gelerek sürme çekmek için ondan izin istemişler fakat Resûl-i Ekrem (S.A.V.) buna izin vermemiş; bilâkis iki veya üç defa «hayır» demiştir.
Hanefîler'le cumhur-u ulemâ, İmam Mâlik ve Ahmcd tedavi için ismid denilen sürme taşı ile sürmelenmeyi caiz görmüşlerdir. Delilleri: Ebu Dâmul'un tahrîc ettiği Ümmü Seleme hadîsidir. Mezkûr hadîse nazaran: bir kadının kocası ölmüş; kadın gözlerinden rahatsız olmuş. Ve Ümmü Seleme (R.Anhâ) 'ya haber göndererek cila sürmesinin hükmünü sormuş; Ümmü Seleme (R.Anhâ):
— O sürmeden ancak pek zarurî bir hâl başına gelerek şiddetlendiği zaman geceleyin çeker gündüzün onu silersin; diye cevab vermiş. Sonra :
— Ebu Seleme vefat ettiği zurnan Resûlüllah (S.A.V.) benîm yanıma girdi ilâh......; mealinde aşağıda gelen sabır hadîsini zikretmiştir.
Ümmü Selene hadîsi hakkında İbini Abdiberr şu mütâlâayı beyân ediyor: «Bu hadîs bence Ümmü Seleme'nin (gözünün kör olacağından korkutsa bîîe sürme çekmekten nehî eden) öteki hadîsine muhalif olsa da iki hadîsin arası şöyle bulunabilir: Peygamber (S.A.V.) nehî ettiği zaman sürmeye ihtiyaç az idi. Geceleyin mubah kılınması ise zararı sürme ile gidermek içindir.[793]
1139/946- «Ümmü Seleme radıyallahü anlıâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Ebu Seleme vefat ettikten sonra gözlerime san sabır koydum. Bunun üzerine Resûlüllah saUnllahü aleyhi ve selîcm:
— Şüphesiz ki sarı sabır yüze renk verir ama sen onu yalnız geceleyin sürün güdüzün çıkar; hem koku ve kına ile taranma; çünkü bovadır; dedi. Ben:
— Ne üe taranayım? dedim:
— Sidİrle; buyurdular.»[794]
Hu hadisi Ebu Dâvud ve Nesai rivayet etmişlerdir, isnadı hasendir.
H;ifli.s-i Şor'F, ihdâd yapan kadına koku sürünmenin memnu' olduğuna delildir. Koku bütün kokulara âmm ve şâmildir. Lâkin bundan evvelki Ümmü Atiyye hadîsinde kainin nayzından temizlendiği hâli istisna etmiş ve tına Küst ve czfar Sulanmaya izin vermişti. Şu halde hadîsin umumunu bu istisnaya göre mütâlâa etmek gerekir.[795]
1140/947- «(Yine Ümmü Seleme radıyallahü anhâ'âan rivayet edildiğine göre bir kadın :
— Yâ Resûlallah, kızımın kocası öldü, kızım gözünden rahatsızdır; ona sürme çeksin mi? demiş. Resûlüüak (S.A.V.):
— Hayır; buyurmuşlardır.»[796]
Hadîs müttefekun aleyh'tir.
Sürme hakkında yukarıda söz geçti. Zâhir-i hadîse bakılırsa sürmeyi tedavi için bile çekinemez.
Bu hadîs, sürme taşı ile sürmelenmeyİ ziynettir diye tecviz etmeyib de totya gibi sürme taşını kullanmakta beis görmeyenlere reddiye gibidirler. Çünkü kadının suali gözü tedavi eden sürme hakkında idi. Şu var ki sürme denilince ismit anlaşılır, denilebilir.[797]
1141/948- «Câbir radıyallahü anh'dan rivayet edilmiştir. Demiştir Ici : Teyzem boşandı; müteakiben hurmasını devşirmek istedi. Derken onu bir adam (dışarıya) çıkmaktan men' etti. Bunun üzerine o da Peygamber (S.A.V.) 'e geldi Resûiüllah (S.A.V.) (ona) :
— Hayır, sen hurmanı devşir; îîrâ olabilir tasadduk eder veya hayır yaparsın.» buyurdular.[798]
Bu hadîsi ftftüslim rivayet etmiştir.
Hadîsi Müslim «talâk-ı bâinle boşanan kadının evinden dışarı çıkmasının cevazı» babında zikre'mistir. Nitekim Nv.vcvV de böyle bir bâb yapmıştır. Aynı hadîsi Ebu Dâvud ile Ncsaî «Teyzem üç defa boşandı» ifâdesi ile tahrîc etmişlerdir.
Hadîs-i serî!; mübtütenin (yani talâk-ı bâinle boşanan kadının) ihtiyacı olunca gündüz evinden çıkabileceğine delildir. Fakat ihtiyacı yokken çıkması caiz değildir. Ulemâ'dan bazılarının mezhebi budur. Hattâ bunlara göre ihtiyaç ve özürden dolayı hem gündüz, hem de gece çıkabilir. Meselâ evin yıkılma tehlikesi kadının komşularından eziyet görmesi veya onlara eziyyte vermesi birer özür ve ihtiyaçtır. Bunlar:
«[799] Onları evlerinden çıkarmayın kendileri de çıkmasınlar; ancak aşikâr bîr kötülük yaparlarsa o başka» âyet-i kerîmesi ile istidlal ederler. Çünkü âyetteki (fahişe) lâfzı, kayın ana ve kayın pederlere karşı haşin davranmakla tefsir edilmiştir.
Bir takımları gündüzün mutlak suretle çıkabileceğine fakat geceleyin çıkamıyacağma kail olmuşlardır. Delilleri babımızın hadîsidir.
Hanefîler'e göre mebtüte, gece gündüz evinden çıkamaz. Delilleri az evvel zikredilen âyet-i kerimedir. Bir de, mebtütenin dışarıya çıkmaya zaten ihtiyacı yoktur; çükü nafakası kocasına aittir. Bazıları; gündüz maişet peşinde çıkabilir; demişse de esah olan çıkamamasıdır.
Ölüm iddeti bekliyen ise gündüzleri ve geceleyin evlerinden çıkabilir zîrâ ona nafaka veren yoktur. Binâenaleyh nafakasını temin için gündüzleri evinden çıkar maişet tedariki ekseriya akşama kadar devam eder; onun için gecenin ilk anlarında dışarıda bulunmasına cevaz verilmiştir. Fakat geceyi behemehal evinde geçirmesi îcabeder.
Hadîste hurma toplanırken ondan sadaka vermeye ve sahibine hayır yapmayı hatırlatmaya işaret vardır.[800]
1142/949- «Fürey'a[801] binli Mâ/ik radıyallalıü anhâ'dan rivayet olunduğuna göre kocası kölelerini ararrvate çıkmış ve kendisini öldürmüşler. Fürey'a demiştir k'vocam bana, mâlik olduğu bir mesken ve nafaka bırakmadığından ailem nezdine dönmeği Resûlüllah sallttlla.hu aleyhi ve scllem'e sordum. Resûlüllah (S.A.V.):
— Evet; dedi. Odama vardığımda beni çağırarak :
— Takclîr yerini buluncaya ksdar evinde dur; dedi.
Fürey'a demiştir ki:
— Bunun üzerine o evde dört ay on gün iddet bekledim. Ondan sonra Osman da bununla hükmetti.»[802]
Bu hadîsi Ahmed ile DörtMer tahrîc etmişlerdir. Tirmizî, Zühelî, İbni Hİbban, Hâkim ve başkaları onu sahîhlemişlerdir. Ve hepsi onu Sa'd b. îshak b. Kâb'dan o da halası Zeyneb binti Ka'b b. Ucre'den o da Fürey'a-dan işitmiş olmak üzere rivayet etmişlerdir.
timi Abdilbcrr: «bu hadîs, Hicaz ve Irak ulemâsınca mâruf ve meşhurdur, demiştir.
Abdülhak, İbni Hazm'in yolundan giderek hadîsi Zeyneb'in hâlinin bilinmemesi ve bir de Sa'd b. îshak'm ada..=-inin meşhur olmaması sebebiyle illetlendirmiş ise de kendisine bu Zeyneb'in tabiînden olduğu ve Ebu Said'in karısı bulunduğu, ondan Sa'd b. îshak'm hadîs rivayet ettiği tbni Hibban'm da onu mu'temedler arasında zikrettiği hatırlatılarak cevab verilmiştir. Hâsılı Hz. Zeyneb, kendisi Tâbün'den, l-;er-.'tsı i-so Eshâb-ı KîrânVdan olan bir kadındır. Sonra ondan bir nice mu'temcd zevat hadîs rivayet etmiş fakat kimse kendisine dil uzatma-nııştır.
Ka'd b. l.'ifıak'a gelince: Onu da İbni Maln, Ncsai ve Ddrc Kutnî tovsik c!.raifjlcr; kendisinden Hammad b, Yczîd, Süfyan-ı Scvri (97 Mil) İbni Ciircyr, İmam Mâlik ve başkaları hadîs rivayet etmişlerdir.
Hadîs-i Şerîf, kocası ölen kadının iddeüni, başladığı evde bitirmesi lüzumuna delildir. Selef vr haleften bir cemâîiaün mezhebi budur Hm hususta bir çok hadîskr Eshâb-ı Kîrâm'd;ın bir çok eserler var-(bı Kbu- Ilan'ıjc, Ahmcd b. Hnttbel ve Şafii ile bu mezheblerin diğer imamlaınnm kavilleri de budur. İbni Abdilbcrr: «Hicaz'da, Şam'da, Mısır'da ve Irak'da bir çok şehirler fukâhâ'sı da buna kaildir» diyor. Hr. Ömer (R.A.) muhacir ve Ensar'dan müteşekkil bir cemâat huzurunda bununla hükmetmiştir.
Bu hadîse ta'neden olmamıştır. Râvîleri hakkında söylenenlere ise gerekn cevap verilmiştir. Nitekim az yukarıda gürdük.
arına göre kocası ölen kadına kocasının malından mesken hakkı urnu'k vâcibdir. Çünkü âyet-İ kerîme'do «Evinden çıkarmadan» deniliyor. Bunlar: «Vakıa bu âyetteki nafaka ve giyeceğin bir yıl devamı neshedilmişse de meskenin hükmü iddetin devaminca bakidir» diyorlar. İmam Şafii âyetle uzun uzadıya istidlal etmiştir.
Yine Selef ve haleften bir cemâat da kocası ölene mesken hakkı olmadığına kail olmuşlardır. Abdürrezzak, Urve'dcn Hz. Âİşe (R. Anlın) nm, kocası ölen kadının iddeti içinde evinden çıkabileceğine fetva' verdiğini rivayet etmiştir. İbni Abbas (R. A./den dahî: «Allah yâlnız dört ay on gün iddet bekler dedi, evinde bekler demedi, binâenaleyh nerede İsterse orada bekler» dediğini rivayet eder. Bunun bir mislini de Câbir (R.A.) ile sahabeden bir cemâatten rivayet etmiştir. Bazıları buna kail olmuştur. Fakat bu kavil zaîftir. Kitap ve Sünnet'e muarızdır.[803]
1143/950- «Fâtime bintî Kays[804] radıyalîahü anhâ'dan rivayet olunmuştur. Demiştir ki:
— Yâ Resûlallah gerçekten kocam beni üç defa boşadı. Üzerime bîr baskın yapılacağından korkuyorum? dedim. Bunun üzerine Resûlüllah {S.A.V.) kendisine emir buyurmuş Fâtıme de (başka yere) taşınmıştır.[805]
Bu hadîs Müslim rivayet etmiştir.
Hadîs-:i Şerif, Kitabımızın «Kefâet babı» nda geçmiştir. Fâtıme binti Ksys (R.Anhâ) hakkında Müslim'de uzunca bîr hadîs vardır. Bu hadîsin meâü şır-lur: «Kocası Ebu Amr b. Hafs b. el-Mugîre kendisi Yomen'de olduğu halde gaİbâne ta!âk-ı bâinle Fâtime'yi boşamış ve ona Ebu Ayyaş vasıtasile beş ölçek arpa göndermiş. Fâtİme buna kızmış. Fakat Ebu Amr:
— Valj.ıhi sana hiç borcumuz yoktur; demîş. Bunun üzerine Fâtime, Peygamber (S.A.V.)'e gelerek mes'eleyi anlatmış. Resûîüllah (S.A.V.) kendisine:
— Senin onda nafaka hakkın yoktur; buyurmuş; ve Ümmü Şerîk'İn evinde iddet bekîemesini emretmiş. Sonra:
— Bu kadın eshâbımın ziyaret ettiği bir kimsedir. Sen İbni Ümmü Mektum'un yanında iddetlni bekle; çünkü o âmâ bir adamdır. Onun yanında elbiseni (örtünmez) bırakırsın. - Bir rivâyeJte - baş örtünü bırakırsın (nikâh için) helâl olduğun zaman bana haber ver; buyurmuşlar.
Fâtıme şöyle demiştir: «İddetimi bitirerek nikâh için helâl olduğum zaman Resûlüllah (S.A.V.)'e Muaviye b. Ebu Süfyan'la Ebu Cehm'İn beni istediklerini söyledim. Resûlüllah (S.A.V.):
— Ama Ebu Cehim sopasını omuzundan bırakmaz - bîr rivayette - kadınları çok doğer - Muaviye'ye gelince: o da yoksuldu; hic-bi malı yoktur; sen Üsâmetü'bnü Zeyd' Je evlen; buyurdular.
Ben onu beğenr edim. Sonra (tekrar) :
— Üsâme İlrı evlen; buyurdular. Artık ben de onunla evlendim. Allah onda hayır hâlketti ve ona gıbta eder oldum.»
Hz. Üsâme, Resûlüllah (S.A.V.)'in Mevlâsıdir. Babası Hz. Peygam-ber'in vakti ile oğulluğu idi.[806]
1144/451- «Amr b. Âs radn/allahih anh'âen rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Bize Peygamberimizin sünnetini karıştırmayın! Ümmü'l-Ve-led'in efendisi öldüğü zaman (bekliyeceği )İddeti dört ay on gündür.»[807]
Bii hadîsi Ahmet, Ebu Dâvud ve İbni Mâce rivayet etmişlerdir. Onu Hâkim sahîhlemiş Dâre Kutnî İse intika' ile illctlendirmistir.
İlletlcndirmenin sebebi, hadîsi Kubeysatü'bnü Züeyb'in Amr b. Âs'-dan rivayet etmesidir. Halbuki Kuhe-ysa Hz. Amr'dan işitmcmİştir. Bu-nuDrtrc Kutnî söylemiştir. İbni'l-Münzir dahî imam Ahmcd b. Hanbel ile hbu Ubcyd'ln onu zaîf bulduklarını söyler. Muhammcd b. Musa diyor ki: «Bu hadisi Ebu Abdillah'a. sordum: sahîh değildir; dedi.» Mcymunî de şöyle diyor: «Ebu /~bdillah% Amr b. Âs'm şu hadîsine şaşarken gördüm. Sonra: Bunda Peygamber (S.A.V.) 'in hangi sünneti var? dört ay on gün aneak hurrenin nikâhdan iddetidir. Bu ise kulluktan hürriyet çıkmış bir câriyedir; dedi.»
el-Münzirî demiştir ki: Amr hadîsinin isnadında Ebu Rcca' el-Varrak vardır. Bu zâtı bir çok k.mseler zaîf bulmuşlardır. Hadîsin üçüncü bir illeti daha vardır ki, c da ıztıraptır. Çünkü üç vecihle rivayet edilmiştir, imam Ahmcd onun için: «münker bir hadîstir» demiştir. Kubeysa'nm Hz. Amr'dan rivayet ettiği hadîsin mislini Hallâs, Hz. Ali (R.A.) 'don rivayet etmiştir. Lâkin onun hadîsi hakkında da söz edilmiştir, ibni Mâin (— 233) onun hadîsine ehemmiyet atfetmiyor.
Zehabı (673 —-- 748) «el-Muğnl-» nâm eserinde: «Hallâs b. Amr, Ali ile İbn Abbas'dan rivayet ettiği hadîslerde doğru söylemiştir.» diyor. Bazıları onun Hz. Ali (R.A.) 'den hadîs işitmediğini söylerler. imam Ahmcd onun hakkında «sıkadır» demiştir. Ebu Hatim: «kavı değildir» demiş; Beyhaki ise HaHâs'ın Hz. Ail'den rivayetinin ehl-i ifim nazarında zaîf olduğunu söylemiştir. Mes'elc ihtilaflıdır. Evzaî (88—157) ile Zahirîler ve diğer bazıları Amr hadîsi ile amel etmişlerdir.
imam Mâlik, Şafiî, Ahmcd ve bir cemâat bu kadının bir hayız müddeti iddet bekliyeceğine kail olmuşlardır. Çünkü bu kadın ne zevcedir^ ne de boşanmıştır. Buna yalnız istibra lâzım gelir istibra ise, efendisi ölen cânyeye kıyasen bir kayızdir. Bu cihet ittifakidir. imam Mâlik'e göre Ümmü Veled hayız görmiyen kadınlardan İse üç ay iddet bekler; kendisine mesken de verilir.
Ebu Hanife: «Bu kadının iddeti üç hayızdır.» der. A!İ ve ibni Mes'ud Hazerâtınm mezhcblcri de budur. Çünkü iddet bu kadın hurr olduktan .sonra lâzım gelmiştir. Lâkin zevce değildir ki vefat iddeti beklesin; câriye de değildir. Binâenaleyh câriye iddeti de bekleycmcz. Şu halde hür kadınların iddetini bckliycrck rahmini istibra etmesi vâcibdir.
Bazıları: «Ru kadının iddotî hür kadınların iddetinin yarısıdır.» der-1er. Bunlar Ümmü Veled'i evli cüriyeyc benzetirler.
«Nihdyclü'l-Müctchıd» nâm eserde şöyle deniliyor: «Hilafın sebebi, Kit;ıb ve sünnette Ümmü Vc!ed hakkında bir şey -zikredilmemiş olmasıdır. Ümmü veled, câriye ile hurra arasında mütereddid kalmıştır. Onu zevceye benzetmek zâîftir, boşanan hurrenin iddelinc benzetmek daha da zâifür».[808]
1144/952- Âişe mdn/aUahü anhâ'dan rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Kur'lar ancak tuhurlardır.»[809]
Bu hadisi Mâlik, Ahmed ve Nesaî bir kıssada sahih senedle tahrîc etmişlerdir.
İmam ŞâfiVmn îmanı Mdlİk tarîki ile Hz. Âİşe'ye müntehi olan rivayetine göre: Hafsa binli Abdirrahman b. Ebi Bekir üçüncü hayzınm kanını gördüktnı sonra iddetini beklemekte olduğu evden başka yere taşınmış. Bunu Amra binli Abdurrahman'a ««yitmişler; derken is münakaşaya dökülmüş, bu hususta bazı kimseler Hz. Âişe ile münakaşa etmişler ve:
— Allah leâlâ Hazretleri Kitabında (Üç kuru') buyuruyor; demişler. Bunun üzerine Âişe (R.Anhâ):
— Doğru söylediniz. KurÛ' ne demektir bilirmisiniz? KıınV ancak luhurîardır; demiştir. (Tuhr'un temizlik müddeti demek olduğunu yukarıda görmüştük.)
İmam Şafiî diyor ki: «Bize lihUik'in İbni Şi/ıaJ/tan heber verdiğine göre, İbni Şihnb: Fukâhâmızdan bundan başka bir kavle kail olan bir kimseye yetişmedim; demiş ve bununla Hz. Âişe'nin söylediğini kastcdmişlir.»
«Kar'» ve «Kur'» kelimelerinin lûgatcn hem hayız hem tuhur mânâsına gelen zıtlardan olduğu ve âyclle bunlardan yalnız birinin mu-râd edildiği hususunda ulemâ arasında hilaf vardır. Bu mcs'clcdc ümmetin selefi ile halefi de ihtilâf etmişlerdir.
Eshâb-ı Kirâm'diin bir çokları ile Medine fukâhâsı, İmam Şafiî, İmam Mâlik.vv bir rivayete göre İmam Ahmrd b. Hanbrl âyet-i kerîmedeki «. uru'» dan muradın «üç tuhur» yani üç temizlik devresi olduğunda karar kılmışlardır. Hattâ İmam Mâlik (93 179): «Memleketimizde ehli ilme hu mes'elede: âyet-i kerîmedeki (Kürû'J dan murâd tuhurlardır; derlerken yetiştim» demiştir. Bu zevat buradaki Hz. Âişe hadîsi ile isıidlâl ederler. İmam Şafiî «Kitab ve lisan buna delâlet eder» di-or. Kitâbdan delili:
[810] Onları İddel zamanları ile boşayın» âyet-i kerîmesi. Sünnetten delili de İbni Ömer Hadîsindekİ: «Scnra temizlenir nikâhında tutar; isterse boşar, İşte Alkh'ın kadınların kendisi için kuşanmasını emrettiği iddel budur.» cümlesidir. İbni Ömer (R.A.) karısını hayız halinde bo-şadığı zaman da Resûlüllah (S.A.V.):
— Kadı i temizlendiği zaman ister boşansın ister nikâhında tutsun» buyurmuştu. Şafiî diyor ki: «Âyetteki (iddelleri)
la'hirinden murâd, iddetlcrindcn önceki zaman mı yoksa iddetleri içindeki zamanmıdır? Tereddüt etmekte idim. Bir de baktım Resûlüllah (S.A.V.) iddetin, hayız değil de tuhr olduğunu haber veriyor. Çünkü âyeti (iddetlerinden önceki zaman için) mânâsına alıyor. Bu ise kadını temiz İken boşamakla olur; iddeti karşılamak böyle olur. Şâyed hayızlı iken hoşasa iddetini karşılamış olmaz.
Lisan'a gelince : (Kar') hapis manasınadır. Bunu kelimenin kullanılışından anlıyoruz; nitekim eski arap şiirlerinde de misal bulmak mümkündür.»
Selef-İ Sâlihîn'dcn bir cemâat, Hulefâ-i Raşİdîn, İbni Mes'ud (R.An-hüm) ile diğer bir çok sahâbe-i Kirâm'ın ve Tabiîn hazerâtının mez-hebince (kurû')dan murâd bayızlardır.
Hadîs imamları ile Hanefîler'in ve diğer bir çok fukâhâ'nın mezhebi de budur. İmam Ahmcd b. Hanbrl bir zamanlar (kuru') u tuhur-lar mânâsına almış, fakat sonradan o sözden rücu' etmiştir. Hz. İni fim'm bu hususta şunları söylediği rivayet olunur: «Kuru' için bunlar tuhurlardır, diyordum. Bu gün ben bunun (hayızlar) mânâsına geldiğine kaniim.»
Bunların delilleri de Kitap, lügat ve sünnettir. Kitaptan delilleri:
[811] «Boşanan kadınlar bizzat kendileri üç kur' müddeti beklerler.» Âyct-i Kerimeyidir. Mezkûr âyet-i kerime üzerindeki münakaşa bir usûl~i fıkıh meselesidir; ve muhaliflerle iki noktadan münakaşa edilir :
1— Âyette : «üç Kur'» buyurulmuştur. Üç lâfzı hâss bir kelimedir. Hâss medlulünde kat'iyyel ifâde eder; onun ziyâde ve noksana asla tahammülü yoktur. Mademki «üç Kur'» denilmiştir; artık bunu iki buçuk yapmak veya üç buçuğa çıkarmak imkânsızdır.
Eir kadın Allah'ın emrettiği vecihle yalnız luhur halinde yani temiz İken boşanır. Bu hususta bütün ulemâ müttefiktir. Fakat Şâfiîler tarafı, içerisinde talâk vâki' olan tunum da iddetten sayarlar; bundun sonra onlara göre kadın iki tuhur daha bekleyecektir. Dikkat edilirse kolayca anlaşılır ki. bu taktirde üç kur' tamam olmamış iddet iki buçuk kur'da kalmıştır. Çünkü ne kadar" az farzedersek edelim ilk tuhurda kadın boşanmadan önce bir müddet geçmiştir. Şu halde o tuhur bütün değildir. Böylece iddet iki bütün bir yarım tuhur olmuş olur. Bu yarım tuh uru saymasak da ondan başka bütün üç tuhur bekletsck bu defa iddet üç buçuk tuhur'a çıkar. İşte bundan dolayı (Kar') için tuhur demeye İmkân yoktur. Onu hayız mânâsına alırsak mes'ele hâssın hususiyet ve kat'iyyetine hiç dokunmadan halledilir; zîrâ kadın tuhurda boşanır; arkasından sıra ile üç hayız müddeti geçti mi tam olarak üç kur' beklemiş olur.
2— Kur' lâfzında toplanma mânâsı vardır. Arap lisanı tedkik edilmiş ve binneticc nerede (K. r) maddesinden meydana gelmiş bir kelime bulundu ise onun mutlaka toplamakla ilgili olduğu görülmüştür. Meselâ Kur'ân-ı Kerîm'e Kelâmuilah'ı topladığı için Kur'ân denildiği gibi ahâliyi bir araya topladığı için köye (Karye) denilmiştir: yine ic-timâ'dan dolayı ziyafete (Kıra) itlâk edilmiştir. Binâenaleyh Kur'u hayız mânâsına hamletmek îcabeder; çünkü hayizda kanın rahimde toplanması vardır.
Sünnetten delilleri :
«Kur* günlerinde namazı bırak» hadîsidir. Bu hadîsteki Kur'lar için tuhur mânâsı iddia eden olmamıştır. İmam Ahmed'le Ebu Davud'un Evtas esirleri hakkında tahrîc ettikleri hadis de bunların delîlleri'idcndir. Mezkûr hadisde : «Hâmile doğuruncaya kadar; hârnİie olmayan bir hayız görünceye kadar kendileri İle Cİmâ' edilemez.» buyuruimustur. Nitekim ileride görülecektir.
Hanefîdîr'in delillerine Şâfiiler tarafından cevap verilmiş; ve bu bâbta köz hayli uzamıştır.
Bu mes'elede İbnİ'l-Kayı/im de Hanefiler'le beraber olmuş ve (Kur') dan muradın hayız olduğunu isbât sadedinde uzun mütâlâalar serdcd mistir.
Aşağıdaki hadis dahi (Kur') dan muradın hayız olduğuna delildir.[812]
1145/953- «İbnl Ömer radıyaîîahü anhiimâ'âan rivayet olunmuştur. Do mistir ki: Cariyenin talâkı İki defa, iddeti de iki hayızdır.»[813]
Bli hadîsi Dâre Kutnî rivayet etmiştir. Dâre Kuînî onu merfu' olarak da tahrîc etmiş fakat zaîf bulmuştur. Ebu Dâvud, Tir-nizî ve İbnî Mâce onu Âİşe hadîsinden tahrîc etmişlerdir. Hadîsi Hâkim sahîhlemiş ise de diğerleri ona muhalefet ederek zaîf olduğuna ittifak etmişlerdir.
Dâre KutnVnin zaîf bulmasına sebep, râvîlcrİ arasında Atiyyetü'l-AvfVmn bulunmasıdır. Bu zâtı bir çok imamlar zaîf bulmuşlardır. Ebu Dâvud, Tirmizl ve îbni Mâce'nin tahrîc ettikleri Âişc hadîsinin» lâfzı şudur :
«Câriy'nin boşanması iki talâk, Kur'u da iki hayızdır.»
Fakat bu da zaîf tir. Çünkü Müzahir- b. Müslim'in rivayetidir. Bu zât hakkında Ebu Hatim «münkerü'l-Hadis» demiş; îbni Mam ise ma'-ruf olmadığını söylemiştir.
Binâenaleyh bazılarınca istidlale elverişli değilse de musannif onu burada, cariyenin hurreye uymadığını göstermek için zikretmiştir. Câriye iki talâkla kocasından bâin olur; iddeti iki kur'duf. Bu meselede ihtilâf edilmiş; ortaya bir kaç kavil çıkmıştır. «SübüIü - Selâm sahibi bunların içinden Zahirüer'in kavlini beğenmiş öte-kikrini zİkrctmcmiştir. Zâhİrîler'e göre hıırre ile cariyenin talâkı arasında fark yoktur, zîrâ talâk hususundaki deliller arada fark gözetmeksizin umumî olarak vârid olmuşlardır. Fark görenlerin delilleri ise onlarca kifayetsizdir.
Câriye'nin iddeti ihtilaflıdır. Zâhirîler'c göre hurre ile câriye arasında hu hususta dahî fark yoktur. Bu bâbta İlmi Hazm şu mütâlâada bulunuyor : «Çünkü Allah kitabında bize iddrtleri öğretti ve: (Boşanan kadınlar bizzat kendileri üç kur' iddet beklesinler.) (Sizden vefat ederek zevcelerini bırakanların zevceleri bizzat kendileri dört ay on gün beklesinler.) (Kadınlarınızın hayızdan kesilenîerî hakkında şüphe ederseniz onların iddeti üç aydır; hay;z görmeyenlerin de Öyle. Hamilelerin iddelî ise doğurmalarıdır) buyurdu. Allah bize cariyeleri mubah kılar-krn onlara da iddet lâzım geldiğini bildirdi. Bununla beraber iddet hususunda hurre ile câriye arasında bir fark yapmadı. Senin Rabbin unutkan değildir...»
İbni II'.izm, Hanefiler'dm cevabını almıştır. Kendisine şöyle denilmiştir : «İstidlal ettiğin bütün âyetler hür zevceler hakkındadır. Çünkü (kadının fidye-i necat vermesi) hurreye mahsustur; cariyenin fidyesini sahibi verir. Demek ki bu âyet hurreler hakkındadır.
[814] «Karı ile kocaya yaptıkları ric'at hususunda bîr günah yoktur.» âyet-i
kccinıosi de böyledir. Müracaat olunacak şey -ki akid'dir- kan kocaya bırakılmıştır. Cariyede bu husus yine sahibine aittir.»
[815] «Kadınlar bekleyecekleri iddeti tamamladıkları zaman ma'ruf vecİh-le kendileri hakkında yaptıkları işlerden dolayı size bir günah yoktur.»
âyet-i kerîmesinde dahî hurreler mevzuu bahistir; çünkü cariyenin hod be hod bir is yapmağa hakkı yoktur.»
Biz Kârîîn-i Kirâm'dan müsaade recâ ederek bahsimizi «Sübülü's-Sclâm» sahibinin beğenmediği kavillerle bitirmek isteriz; ve deriz ki:
1— îmam Şafiî'ye göre talâkın adedi erkeğin hâline göre, kadının iddeti ise kadının hâline göredir. Şu halde erkek köle, karısı hıırre ise iki talâk; erkek hür' kadın câriye ise üç talâk hakkı vardır. Delili :
«Talâk erkeklerin; iddet de kadınların hâline göre mu'teberdir.» hadis-i şerifidir. Fakat rivayete göre İsa b. Ebûn, Hz. Şafii'ye : «Ey fakîh, hür bir erkek câriye olan karısını üq defa boşamaya mâlik ise bu talâkları sünnet vecihle nasıl yapar?» diye sormuş. Şafii : «Onu bir defe boşar; hayızım görüp temizlendi mi bir daha boşar» demiş. Tam üçüncüyü söyliyeceği sırada İsa : «Yeter iddeti bitti» demiş. Şafii bu suretle hayrette kalınca o sözünden dönerek : «Cemi'de bid.at, tefrikte sünnet yoktur.» demiştir. Bu sözün mânâsı : Üç talâkı birden yapmak bid'at değil, ayrı ayrı yapmak da sünnet değil; demektir.
Mezhep imamlarından İmam Mâlik ile İmam Ahmcd b. HanbcVin; Eshâb-ı Kirâm'dan Ömer, Osman ve Zeyd b. Sabit (R.Anhüm) haze-râtmı.ı mezhebi de budur.
2— Hanefîler'e göre cariyenin talâkı iki, hurretinin talâkı üçtür. Kocalarının hür veya köle olmasının bu bâbta hiç bir tesiri yoktur. Delilleri : babımızın hadîsidir. Vakıa' bu hadîs zaîf sayılmışsa da Hane-fîler bu iddiayc cevap vererek diyorlar ki : «evvelâ bu hadîsi bazı imamların zaîf bulması onu tamamiyle yok hükmüne indirmez. Saniyen: bu hadîsi Müzahir rivayet etmiştir; onun bu hadîsten başka hadîs rivayet ettiği bilinmiyor; iddiası zaiftir. Çünkü onun Sûre-i Âl-i İmran'ın sonunda her gece o nâyet okurduğuna dâir bir hadîsini İlmi Adiyy (279 — 3fi5) Hz. Ebu Hüreyre'den tahrîc ettiği gibi aynı hadîsi Tahrrâm de rivayet etmiştir. Sonra hadisi bazıları yalnız Ebu Astm'd&n geldiği için zaîf bulmuş; bir takımları onu İbni Maîn, Ebû Hatim ve Bu-harî'nın zaîf bulduklarını söylemiş, lâkin Hâkim onu mevsuk bularak sahîhîcmiş; timi Hibban dahî onu tevsik etmiştir. Hâkim, Müzahir hakkında şunları söylemektedir : «.Müzahir, Basrahlar'dan ma'dud bir şeyhtir. Onu, geçen üstadlarımızdan hiç biri bir gûnâ cerh İle zikretmrmiştir.»
Görülüyor ki, bu hadîs sahih değilse bile hasendir. Hasrn hadîs ise hüccet olmağa elverişlidir. Ulemâ-i Kİrâm'm bu hadîs mucibince amel etmiş olması da onun sahih olduğuna delildir. İmam Tirmizî onu rivayet ettikten sonra : «garib bir hadîstir. Ama gerek eshâb-ı ResûlüK lah'dan, gerekse onlardan gayrı ulemâ tarafından onunla amel olunmuştur.» demiştir. İmam Mâlik : hadîsin Medine'de şöhret bulması senedinin .sahih olması yerine geçer.» derdi.
Hanefiler'in kavli : Eshâb-ı Kirâm'dan Alî ve İbni Mesud (R. Ân-lıiimâ) ile İmam ScvrVnın mezhebidir.
Buraya kadar verilen izahattan anlaşılıyor ki : Kifayetsiz olun, «Sübülü's - Selâm» sahibinin beğenmediği zevatın kavilleri değil, bilâkis onun bcğindİği Zâhirîler'in iddialarıdır.[816]
1147/954- «Ruveyfi' b. Sabit[817] radıyalahü anh'öen Peygamber sallallahü aleyhi ve scllem'dçjn duymuş olarak rivayet edildiğine göre Resûlüllah (S.A.V.) :
— Allah'a ve âhiret gününe iman eden bir kimseye, kendi suyunun başkasının ekinini sulaması helâl olmaz; buyurmuşlardır.»[818]
Bu hadîsi, Ebu Dâvud ile Tirmizî tahrîc etmiş; ibni Hibbân onu sa-hîhlcmiş; Bezzar ise ha sen bulmuştur.
Hadîs-i şerif, hâmile kadınla onu flehc bırakandan başka birinin cİ-mâ' etmesinin haram olduğuna delildir. Bunun misali hâmile olarak satın alınan câriye ile esir alman câriyedir; ve hüküm gebeliğin zahir olması takdirine göredir, eğer zahir olmamışsa ileride görüleceği veçhile istibra yapmadan cima' edilmesi caiz değildir.
Ulemâ hâmile olmayan zâniye'ye iddet mi yok sa istibra mı lâzım geleceğinde ihtilâf etmişlerdir. Bazıları ona iddet beklemenin vâcib olduğuna; ekser-i ulemâ ise iddetin vâcib olmadığına kail olmuşlardır: «tddet vâcibdir» diyenlerin delili, delillerin umum bildirmesidir.Vâcib değildir diyenler :
«Çocuk nikâhındır.» hadîsi ile istidlal cderîer.
Musannif «Telhis» de Hanbelîler'in Ruveyfî' hadîsi ile yalnız zinadan hâmile olan kadının nikâhının fâsid olduğuna istidlal ettiklerini söylemektedir.
Bu hadisle Haneftler hâmile olarak alman kadının gebeliği başkasından olduğu taktirde cimâ'nın haram olduğuna istidlal ederler. Kendilerine, bu hadîsin esirler hakkında vârid olduğu ileri sürülerek i'ti-râzda bulunmak İstenmişse de Hanefîler tarafından : «İ'tibâr lâfzın umumunadır.» diye cevab verilmiştir.[819]
1148/955- «Mefkûd'un karısı hakkında Ömer radıyalahü anh'öen rivayet edilmiştir: Bu kadın dört yıl bekler; sonra dört ay on gün iddet çeker; demiştir.»[820]
Bu hadîsi Mâlik ile Şafiî tahrîc etmişlerdir.
Hadîsin daha başka tarîkleri de vardır. Bu bâbta bir de kıssa rivayet olunur. Mezkûr kıssa kaybolan bir adama âit olup Âbdür-rezzak tarafından senediyle tahrîc edilmiştir. Kaybolan zât kıssa da şöyle diyor :
— Vadiye girdim. Beni cinler zaptetti!er. Aralarında dört sene kaldım. Karım Ömer b. Hattab (R. A,/a giderek hâlini arzetmiş. Ömer (R. A.) ona, halini kendisine arzettiğinden i'tibâren dört sene beklemesini emretmiş, (Hz. Ömer bundan sonra kaybolan zâtın velîsini çağırarak kadını boşatmış. Sonra kadına dört ay on gün iddet beklemesini emretmiş). Kadın evlendikten sonra ben geldim. Artık Ömer beni kadını almakla ona verdiğim mehri almak arasında muhayyer bıraktı.
Aynı kıssayı Beyhakı dahî tahrîc etmiştir. Onda kıssanın sâhİ-bi memleketine döndükten sonra Hz. Ömer şunları anlattığı söyleniyor:
«— Yatsı namazına çıkmıştım. Hemen beni cinler esir ettiler. Aralarında uzun zaman kaldım. Sonra bu cinlerle mümin -yâhud müslim demiştir- bir takım cinler harbettiler rr.üsülümanlar onlara galebe çaldılar; ve onlardan bir çok esirler aldılar. Onlardan aldıkları esirler me-yanında beni de aldılar. Bana dediler ki :
— Senİ müslüman bir adam görüyoruz. Bize seni esir etmek helâl olmaz. Bunun üzerine beni aralarında kalmakla yurduma dönmek arasında muhayyer bıraktılar. Ben aileme dönmeyi ihtiyar ettim. Bu sefer onlar d;ı benimle "geldiler. Geceleyin benimle konuşmuyorlar; gündüzün ise bir kasırga oluyor; ben onu takibediyordum; demiştir. Ömer (R. A.) kendisine :
— Onların,arasında iken yiyeceğin ne idî? diye sormuş:
— Kara fasulye ile üzerine besmele çekiîmiyen şeylerdi, demiş:
— Ne içiyordun? diye sormuş :
— Ccdef içiyordum; cevabını vermiş.»
Katâde : «Ccdef : ekşimeyen şaraptır» demiştir. Mefkud : kaybolmuş demektir.
Hadîs-i şerîf, Hz. Ömer'in mezhebine göre kaybolan bir kimsenin karısı hâkime dâva açarak hâlini ona'arzettikten i'tibâren dört sene geçti mi kocasından ayrılacağına delildir. İbni Ebî Şeybc'nin rivayeti, hâ-kim'in kadını kaybolan koöasmm velîsine boşattıracağına delâlet ediyor.
Eshâb-t Kirâm'dan bir cemaatla İmam Mdük ve Ahmcd'in bir kavline göre Şafiî'nin mezhebi budur. Delilleri Hz. Ömer'in Pilidir.
Hanefiler'le bir kavlinde Şafii'ye göre ise kayıp kocanın öldüğünü veya boşadiğını yâhur -e'-ıyazü Billâh- dîninden döndüğünü yüzde yüz bilmedikçe kadın o adamm karısı olmaktan çıkmaz. Çünkü kadının onun nikâhlısı olduğu yakînen ma'lûmdur. Böyle yakînen bilinen bir şey ise şüphe ve tahminle değil, ancak yakînen bilmekle zail olur.
Bu umumî bir kaide olup MeccMc'nin 4. cü maddesinde : «Şek ile yakın zail olmaz.» şeklinde hulâsa edilmiştir.
İmam Şâfi'nin AH (R. A./den mevkufen rivayet ettiği şu hadîs de buna delildir :
«Kaybolan kimsenin karısı imtihana maruz bir kadındır. Şu halde kocasının yüzde yüz öldüğü kendisine bildi-rilinceye kadar sabretsin.»
Beyhakl bu hadîsin Hz. Ali'den uzun bir hadîs olarak şöhret bulduğunu söyler. Abdürrezzak dahî bunun mislini tahrîc etmiştir. Hâdevîler : «Mefkûd'un öldüğü veya karısını boşadığı yüzde yüz bilinmezse, kadının tabiî ömrü boyunca, yani 120 sene bekler» demişler; bir takımları 150 den 200 seneye kadar beklemesi îcabettiğine kail olmuşlardır. Fakat bu, bazı muhakkiklerin dediği gibi felsefî bir kaziyye-dir; İslâmiyet bundan bendir. Çünkü ömürler hâlik-ı Cebbar tarafından taksim edilmiştir; onlara âdi veya tabiî demek doğru değildir.
Hanefiler'e göre, akrçn-ü cmsâl'i kalmadığı vakit Mefkûd'un öldüğüne hüknıolunur. Vâkiâ îmatn A Şam'dan bir rivayete göre de 120 sene beklemek îcâbederse de tmam-ı A'sam'm kavline en uygun olan birinci rivayettir. Zîrâ insanların ömürleri zaman geçtikçe değişir. İmam EbıC Yusuf'tan bir rivayete göre bekleme müddeti yüz sene, bir ba^ka rivayete göre 90 senedir. Fakat bu rivayetler içinde Hanefîler'ce en makbul olanı birincisi yanî akranı kalmayıncaya kadar bekler rivayetidir.[821]
1148-a/956- «Mugİretübnü Şu'be radıyallahü anh'den rivayet edilmiştir. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve scllcm:
— Kayp kimsenin karısı, kendisine beyân gelinceye kadar karışıdır; buyurdular.»[822]
Bu hadîsi Dâre Kutnî zaif bir isnadla tahrîc etmiştir. Hadîsi Ebu Hatim (195 — 277), Beyhakl (384 — 458), îbni'l-Kattân (120 — 193) Abdülhâk ve başkaları zaîf bulmuşlardır.[823]
1149/957- «Câbir radtyallahü anh'den rivayet olunmuştur. Demiştir ki: Resûlüllah sallaîlahü aleyhi ve sellem:
— Hiç bir adam bir kadının yanında gecelemesin, Ancak nikâhlısı veya zî-rahimi olursa o başka; buyurdular.»[824]
Bu hadîsi Müslim tahrîc etmiştir.
Müslim'in bir rivayetinde «Dul bir kadının yanında» denilmiştir: Dul kadının hassaten zikredilmesi ekseriya onun yanına girildiği içindir; diyorlar. Bakire yabancılardan son derece kaçınır; çekinir, bir de yanma girmek hususunda nisbeten müsamaha gösterilen dul kadının yanına girmk memnu' olursa, bakirenin yanına girmenin bilevlâ memnu* olacağı anlaşılsın diye dul kadın zikredilmiş olabilir.
Hadîs-i şerîf, ecnebi bir kadınla başbaşa kalmanın haram olduğuna fakat zî-rahimle kalmakta beis olmadığına delildir. Bu cihet ulemâ arasında ittifakıdır. Zî-rahim: yakın akraba demektir. Bundan murâd nikâhı ebcdiyyen haram olan kadındır. Böylelerine hususi ta'biri ile zî-rahim-i mahrem denilir.
Hadisteki «gecelemesin» ta'birinden, meOıum-u muhalefet tarîki ile gündüzün ecnebi bir kadınla başbaşa ve başka kimse bulunmamak şartı ile bir arada kalmanın caiz olacağı hatıra gelirse de bu mefhuma i'tibâr yoktur. Aşağıdaki hadis dahî aynı hükme delâlet eder.[825]
1150/958- Ibnİ Abbas radryallahü anhihnâ'öan Peygamber sallalla-hü aleyhi ve srllrm'den işitmiş olamak üzere rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):
— Sakın bir adam bir kadınla baş başa kalmasın. Ancak beraberinde zî-rahim-i mahrem olursa o başka; buyurmuşlardır.»[826]
Bu hadîsi Buharı tahrîc etmiştir.
Hadîsi Şerîf ecnebi bir kadınla gece veya gündüz bir arada yalnız kalmanın haranı olduğuna delildir. Lâkin yanlarında zî-rahim-i mahrem-i bulunursa beraber kalabileceklerdir. Zaten buna halvet demek bile mecaz olur. İstisna dahî istisnâ-i münkatı'dır.
Nikâhı helâl olan bir kadınla cimâ'a mâni' bulunmayacak şekilde bir arada başbaşa kalmaya «Halvet-i sahiha» denilir ki bir çok yerlerde buna cima' hükmü verilir.[827]
1151/959- Ebu Saîd radıyallahü anh'den Peygamber salîaîlahü aleyhi ve seîlem'm Evfâs esirleri hakkında:
— Hiç bir hâmile ile doğurmadıkça cima edilmez; hâmile olmayanla dahî bir hayız görmedikçe cima olunmaz;
buyurulduğu rivayet edilmiştir.»[828]
Bu hadîsi Ebu Dâvud tnhrîe etmiştir. Hâkim onu snhîhlemiştir.
Hadisin Jjarr, KııtnVdc İlmi Abhn.s'da.n bir fjâhİdi vardır.
Evtâs: Hevazîn tarîiflarıntla bir vadidir. Huneyn harbi burada olmuştur. Bazıları Evtâs'la Huneyn'in lîaşka başka yerler olduğunu söylerler.
Hadîsin İbni Abbas (R. A./dan rivayet edilen şahidi şudur:
Resûlüllah (S.A.V.) hâmile ile doğuruncaya kadar, hâmile olmayanla H,^ hayız görünceye kadar cima' etmekten nehî buyurdu.» bu hadîsi Müslim ûc rivayet etmiştir. Ondaki lâfzı şudur...
«Resûlülfah {S.A.V.) Huneyn günü Evt «'a bîr ordu gönderdi. Bu erdu düşmana rastlıyarak onlarla hârbetti ve aüşmanlara gâüb geldiler. Bir çok esirler aldılar. Resûîüllah (S.A.V.)'in eshâbından birtakım kimseler esir atman kadınların müşrik kocaları olduğu için onlara yaklaşmaktan .çekmiyorlardı. Bunun üzerine Allah bu mes'elet lakktnda (namuslu kadınlar da haram kılınmıştır. Ancak satın aldığınız cariyeler müstesna) âyet-i kerîmesini indirdi.» Yani esir kadınlar iddetleri bitince size hclâlchıiar,
Hadîs-i Şerif, esir ediien kadınla cinsî münasebette bulunmak istenirse bir hayız müddeti ona yaklaşmıyarak istibrâ yapmanın vâcib olduğuna delildir. Bu hâmile olmayan hakkındadır ve rahminde çocuk olup olmadığını bilmek için meşru' olmuştur. Hâmile ise doğuruncaya kadar beklenir. Satın almakla veya başka bir suretle mâlik olunanlar
dahî esirlere kıyâsen aynı hükümdedirler.
«Hâmil2 olmayan bir hayız görünceye kadar» irâdesi bakire ve di.Nara şâmildir. Bir eok ulemâ'nin mezhebi budur. Diğer-liTİnr £Öre iîtihrû ancak gebeliği bilinmiyenler hakkında yapılır. Gebe nlm;i(h£ı ma" ûm nla.nlara istihraJnın lüzumu yoktur. Bunu Alnlürrczzalc, İhni Ömer (ti.A.) 'dan rivüyet etmiştir, ibril Ömer: «Câriye bakire o!-dumu dilerse ona İstibrâ yapmaz» demişin*. Bu hadisi Buiıarl «Huhiİr» in d:* rivâyeî etmiştir. Bunun bir mislini de Büreyde rivayeti ile Alî (f'.A.) dan 'ahric etmekledir, imam Ahmrd b. UanbcV'ın tahric etü-ı'j Kuvcyfİ' hadisinin mefhum-u muhalifi de bu mânâyı le'yid eder; zîrâ n hadiste : :
(Eğer bir kimse Allah'a ve âhir p;iine îman ediyorsa esiı ferden bir dul kadınla hayzını görünceye kadar cima. Cımcsin» buyuruimuştui'. İmam Mâlikin mezhebi budur. Yalnız Mâliki mezhebini tahkik eden Mâzarî diyor ki: «Bu bâbta en derli t"|p|u söz şudur: «Hâmile olmadığında şüphe bulunmayan her câri-yy1 istibrâ lâzım değildir. Hâmile olduğu zan veya şüphe edilen yûhı'ıd tereddüd hasıl olan her cariyeye de istibrâ lâzımdır. Zann-ı Kâlihn güre hâmile olmayan fakat hâmile olması yine de caiz görü-İm her câriye hakkında istibrâ'mn lüzum ve sukutuna ait iki kavil vardır».
Hâsılı istibrâ mes'elesinde İmam Mâlik'in mezhebi gebeliği bil-mcyo nıü.stcniddir. Gebelik bilinmiyor veya şüphe edilmiyorsa is-lıhı-âya lüzum yoktur; biliniyor veya şüphe ediliyorsa istibrâ lâzımdır.
Ihni'l-Kayyim (691 — 751) ile üstadı îbni Tcymiyye (661 — 728)'nin mezhebi de budur.
Ihıvud-ıı Zahiri (202 — 270) 'ye göre esirlerden gayrı cariyelerde istibrâys. lüzum yoktur; çünkü o kıyası delil saymaz. Bir de ona göre câriye alım ve satımı evlendirme hükmündedir.
Esir hadîslerinden anlaşıldığına göre esir edilen câriye ile cinsi münâsebette bulunabilmek için onun Müslüman olması şart değildir; çünkü bu cucli Resûlüllah (S.A.V.) hiç bir hadîste beyân etnv mistir. Müslümanlık şart olsa mutlaka beyân ederdi. Aksi taktirde beyânın hacet zamanından gecikmesi îcabeder ki, bu caiz değildir. Ulemâ'dan Tavus ve b ıskalarının mezhebi budur.
Hadîsin mefhum-u muhalifine bakılırsa istibrfıdan evvel cinsî münâsebetin mukaddemlerini yapmak caizdir. İbni Ömer (li.A.) 'in. fiili de hım.'i deiüdir. İbni Ömer bir harple hissesine düşen bir' cariyenin boynunu gümüşten ihrike benzeterek öpmüş ve: «Âleme karşı onu öpmekten kendimi alamadım» demiştir. Rivayet Buharidendir.[829]
1153/960- «Ebu Hüreyre radıyallahü anhden Peygamber saUaîîahii aloıhı v: scHcm'dcn duymuş oîarak rivayet olunduğuna göre Peygamber (S.A.V.):
— Çocuk firâşa âiddir. Zenpâre'ye de taş vardır; buyurmuşlardır.»[830]
Hu hadîs. Ebu Hüreyre'den bir kıssa hakkındaki Âişe hadîsinden ve Nosaî'deki İbnî Mes'ud hadîsi ile Ebu Dâvud'takİ Osman hadîsinden müftefekun aleyh olarak tahrîc edilmiştir.
İlmi Abdilbcrr (368 — 463) bu hadisine eshâb-ı kirâm'dan yirmi küsur zât tarafından rivayet edildiğini söylemiştir.
ir.'idîs-i Şerif, firâş ile çocuğun nesebinin babadan sabit olacakına delildir.
Firas'ın mânâsında ulemâ ihtilâf etmişlerdir Aslında döşek demek (ilan bu kelime cumhur'a göre kadının bir İsmidir; bazan bununla cima' hali de ifâde olunur, Kbu Ilanîfr'ye göre firâş zevcin bir ismidir.[831] Ulemâ nesebin ne ile sabit okluğunda dahi ihtilâf etmişlerdir. Cumhur'a pöre hurreye cima' İçin imkân vermekle sabit _o!ur. Bu hususta nikâh-i sahîh ile fasidin arasında bir fark yoktur. Şâfüler'le Hanbeliler'-în ve di^er bazı kimselerin mezhebi budur. Ebu Ilanife'yc görc ncsrb nefs-i akid ile sübût bulur. İbni Tay?niyyr'yo göre ise cima' vâki' okluğunu muhakkak surette bilmek şarttır. İJnnl- - Katiyim de avni kavli ihtiyar etmiştir. Hatta bu bâbda İlmi'l - Kayyım şöyle diyor:«Acaba cima' vâki' olmadan lûgatçilarla örf ehli olanlar kainijm firâş sayarını? Karısı ile cinsî münasebetle bulunmıyan, hattâ I »ir araya gelmeyen bir adama mücerred bir imkân tasavvuru ile al nasıl nesb ilhak edebiliyor? Böyle bir imkânın yokluğuna âde-leıı kat'iyyeîk-hükmolunabiîir; binâenaleyh kadın ancak muhakkak duhûl ile firâ olur.» İbni Tcıpnİı/ı/c'nin kavli İmam Ahmcd b. llttn-hrl'dcn de rivayet olunur. Buraya kadar mevzu-u bahis olan, hur-rcııin firâşınm sübûtu idi.
Cariyenin firâşına gelince: hadîsin zahiri ona da şâmildir. Câ-riyohin firâşı sâhibli ise sahibinin cima' etmesiyle yâhud sahibi İ'tirâf ederse milk şüphesiyle veya bir vecihio sabit olur.
Bu hadîs câriye hakkında vârid olmuştur. Hz. Âişe (R.Anhn) diyor ki : «Sa'dü'bnü Ebi Vakkas ile Abd b. Zem'a, Zem'a'nın bir cariyesinin[832] oğlu hakkında Peygamber (S.A.V.) 'in huzurunda dâvaya durdular. Sa'd :
— Yâ Resûlüllah, kard&şim bana, geldiğim zaman Zem'a'nın cariyesinin oğluna bakmamı vasiyet etti. İmdi çocuğu al da bana ver, çünkü oğlumdur; dedi. Zem'a'nin oğlu ise :
— Çocuk kardeşimdir ve babamın cariyesinin oğludur; dedi. Bunu müteakip Peygamber (S.A.V.) çocukta Utbetü'bnü Ebî Vakkas'a benzerlik gördü ve :
— Bu -çocuk senindir ey Abd b. Zem'a; çocuk firâşa
aittir. Sen Cie ondan kaç OV S^VCİe: buyurdular.» Bu vak'a Mekke' ııiıı fethi yılıp.da olmuştur. Hadisi Buharı rivayet etmiştir. Hadîsin dii;cr bir rivayetinde: «Sa'd:
— Yâ Resülallah bu çocuk kardeşim Utbe'ü'bnü Ebî Vakkas'ın oğludur. Oğlu olduğunu bana vasiyyet etti. Çocuğun benzeyişine bak; dedi. Abd b. Zem'a ise:
Bu benîm kardeşimdir ya Resülallah, babamın firâşı üzerinde ken-*li cariyesinden doğdu; dedi. Bunun üzerine Resûlüüah (S.A.V.) kime benzediğine bıktı ve apaçık Utbe'ye benzediğini gördü fakat :
— Çocuk senindir ya Abd b. Zem'a: Çocuk firâşa aittir. 2omr>âreye de taş. Sen de ondan kaç Şevde; buyurdu»
denilmektedir.
Anlaşılıyor ki Utbe, Zem'a'nın cariyesi ile zina etmiştir. Uibe Kâfir olarak holâk nlmuştur.
Bu hadîs Peygamber (S.A.V.) 'in çocuğu firâşa nisbet ettiğine delâlet ediyor. Hükmün sebep ve mahalli, câriyedir. Şu halle cariyenin firâsı sırf ciınâ'la sâhit uluyor demektir Cumhur-u ulemâ ile İmam $«fii, Mâi'ık. Ahmcd ve İbrahim Nrlıûi (11 ) buna kaildirler.
Hancfilor'le ılitfrr hir lakım ulemâya güre cariyenin firfışı ancak sahihinin «Çocuk bendedir» diye iddiası ile sahil nlur. Sadece cimâ'ı ikrar kâfi değildir. K^er cariyenin sahihi çocuğa iddia etmezse nesebi sahil olmaz; ve annesi kimin malı ise çocuk da onun malı olur. Cariyenin ilk çocukunu efendisi «bendedir» diye iddia ederse ondan sonraki çocuklar için iddiaya hacet yoktur. Onlardan neşelileri cariyenin sahibinden sabit olur. Çünkü hu câriye Ümmii Veled olmuştur.
HanefÜer buna hıırre ile cariyenin aralarındaki farkdan dolayı kail olmuşlardır. Onlar firâşı: kavi, zaîf ve orta olmak üzere üç kısma ayırırlar.
Kav* firaş: nikâhlı kadının firasıdır. Bunun hükmü: Çocuğunun nesebi İddia etmeden sabit olmak: bönden değildir; diye nefî etmekle ondan hemen müntefî olmayıp ancak liânla müntefî olmaktır.
Zaîf firâş: Cariyenin firasıdır. Hükmü: Bununla ancak iddia şartı ile neseb sabit olur. İddia edilmezse çocuğun nesehi sabit oimaz.
Orta fîrâş: Ümmii Veled'in yani çocuk doğurmak için tayin ve tahsis edilen cariyenin firasıdır. Hükmü: Eununla «bendedir» diye iddiaya hacet kalmadan çocuğun nesebi sabit olursa da, nefî halinde mücerret (l:u çocuk benden değildir) demekle nesebi müntefî olur, Hân'a hâcet kalmaz.
Hanefîler mevzuu bahsimiz Ebu Hür-cyre hadîsini münâsip şekilde tc'vil edeçler. Derler ki: «Peygamber (S.A.V.) hakkında münazaa yapı-'lan çocuğun nesebini Zem'a'yn ilhak etmemiştir, etmiş olsa Hz. Sevde'-ye omm yanına örtüsüz çıkmamasını tenbih etmezdi. Çünkü onun kardeşi olurdu.»
MâÜkîier burada hnska hir yol tutmuşlardır. Onlarn göre bu hndîs iki hüküm arasında üçüncü lıir hükmün moşru'iyetİnc delâlet eder. Şöy-leki firâş çocuğu Zem'a'yn ilhak etmeyi iktizâ ediyor; fakat benzeyişi de Ulbe'yc ilhakını gerektiriyor, İşte burada fer'î meseleye iki hüküm arasında bir hüküm verilmiş ve nesebin ispatı hususunda firâşa bakılmış, Hz. Sevdc'nin o çocuktan kaçması hususunda da benzerlik nazarı i'lİ-bâra alınmıştır. Mâlikîler bu takdiri her takdirden evlâ bulmaktadırlar. Diyorlar ki: Bir mes'ele iki asıl arasında deveran eder de bunlardan ynl-mz birine ilhak edilirse diğerine olan benzerliği tamamiyle iptal edilmiş olur; fakat iki aslın İkisine de birer vecihle ilhak edilirse elbette bir vec-hi tamamiyle ilga etmekten evlâ olur. -~
Nesebin bir vecihle sabit olup bir vecihle sabit olmaması imkânsız değildir. Nitekim Ebu Hanîfc,,Evzai ve diğer ulemâ : bir kimsenin
y.inâdan olan kızı için ecnebi hükmü vardır; flemislerse dr onunla cv-lennvyi kulelisine haram saymışlardır. Hadîs-i Şer'Ue. nr.sehin bah.ıd;. ı başkasına (fa ilhak edilebileceğine işaret vardır. Çüncü Abd b. Zem "a kardeşinin nesebini mücrnvd (inim babasının firâsı olduğunu ikrarla kendisine ilkah etmiştir. Keza bu rivayetten nesebin ilhakı için mirasçıların lasdİkine de hacri olmadığı anlaşılıyor. Zira Hz. Şevde (R. A.) nin (asdik ve. inkârı rivayet olunmamıştır. Bu mes'ele. hakkında iki kavil vardır:
1— Çncuğun nesebini kendi nesebine katan, babası değilse ve bu adamın o çocuktan başka mirasçısı yoksa; meselâ dedesi torununu kendisine ilhak ediyorsa başka mirasçısı bulunmadığı takdirde ikrarı sahîh ve nesebi sabit olur. Burada kaide şudur: Mirası kim alırsa neseb onun ikrarı iîc sabit olur. Bir kişi veya müteaddit olmalarının farkı yoktur. Binâenaleyh vereseden biri nesebi kendisine ilhak etse de ötekileri tasdik etse'er ikrar sahih, neseb sabit olur îmanı Ah?nr(V\c Şafiî'nin mezhebi budur. Çünkü mirasçılar ölenin yerine kaim olmuşlardır.
2— Babadan bnşka kimsenin neseb ilhakına hakkı yoktur. Nesebi ikrar edilen çocuk ikrar edene yalnız mirasta müşterek olur nesebi sâ-bİt olmaz.
Hanefîler bu hadîsle, nesebin kifayetle sabit olamıyacağına kaildirler. Delilleri: «Çocuk firâşa aittir» hadisidir. Onlar: «Böyle bir terkip hasır ifâde <:ı\cv diyarlar.» Bir de kıyafetle neseb sabit olsa çocuğun Utbe'ye nisbet edilmesi îcabederdi; zîrâ ona benziyordu» derler. İmam Şâfn ile başkaları nesebin kıyafetle sabit olacağına zâhib olmuşlardır. Yalnız kıyafetle sabit olabilmek için iki defa haranı cima' vâki1 olmasını şart koşuyorlar. Delilleri liân kıssasında Peygamber (S.A.V.)'in: «Eğer çocuğu şu sıfatta doğurursa çocuk filânın, bu sıfatta doğurursa falannındır» buyurmuş olmasıdır. Zîrâ bu, kıyafetle ilhakın delilidir. Şu kadar var ki. kan kocanın yeminleri ilhaka mâni' olmuştur. Dem?k oluyor ki kıyafet nesebin sabit olmasını iktiza etmiş; yalnız mâni:den dolayı onunla amel olunamamıştır. Şâfiîler'in bu mes'elede delilleri çoktur. Ümmii Süleym:
— Kadın ihlîlâm olur mu; dediği zaman Peygamber (S.A.V.) 'in:
— O halde benzerlik nereden geliyor? buyurması ve çocuğun Utbe'ye benzediğini görünce Hz. Şevde (R.Anhn) 'ya ondan kaçmasını emretmesi bunlardandır.
Kıyafeti delî! olarak kabul etmiyenier bu istidlallere çeşitli cevaplar vermişler: Böylece mes'ie hayli uzamıştır.
Hadisimizdeki: «zenpâreye de taş vardır.» cümlesinden mu-râd zina eden mahrumdur; yâhûd: zina eden Uışla recmedilm^k sureliyle tepelenir; demektir.[833]
data-ad-client="ca-pub-8844673487498982"
data-ad-slot="6052113740">
Son yorumlar
- Zinanın cezası
6 yıl 1 hafta önce - hadis sahih mi
6 yıl 2 hafta önce - zekat
6 yıl 2 hafta önce - hadıs
6 yıl 43 hafta önce - Onunla barışmayacağıma yemin ettim
6 yıl 43 hafta önce - gusül abdesi
6 yıl 44 hafta önce - muhacir ve ensar nedenleri
6 yıl 44 hafta önce - beğeni
6 yıl 44 hafta önce - Tevbe
7 yıl 2 hafta önce - Imam Muslim
7 yıl 2 hafta önce
Yeni yorum gönder